KÜRESELLEŞME: TOPLUMSAL SONUÇLARI ZYGMUNT BAUMAN


  Toplumsal Sonuçları alt başlığıyla sunulan Küreselleşme (Globalization: The Human Consequences) kitabının müellifi Zygmunt Bauman’dır. New York Columbia Üniversitesi yayını olarak 1998 yılında yayımlanmış olan Küreselleşme kitabı bir yıl sonrasında Ayrıntı Yayınları tarafından Abdullah Yılmaz çevirisiyle basılmıştır. Bizim incelemesini yaptığımız kitap ise 2014 yılında yapılan beşinci baskısıdır. Kitap küreselleşme meselesini beş ana konu üzerinden irdelemektedir: 1.) Zaman ve Sınıf 2.) Mekân Savaşları: Bir Mesleki Başarı Raporu 3.) Ulus Devletten Sonrası – Ama Ne? 4.)Turistler ve Aylaklar 5.) Küresel Yasa, Yerel Düzenler. Kitap, yazıldığı günden beri popülerliğini her geçen gün daha da arttırmış olan küreselleşme kavramı üzerine kafa yoruyor. Küreselleşme ile değişen zaman-mekân kavramları, planlanan kentler sonucu mekânın kontrol altında tutulması, evrenselleşme ile küreselleşme arasındaki farklar, küreselleşmenin yarattığı güvensizlik problemleri gibi temel sorular üzerinden ilerleyen kitap kavram tartışmaları yapmak yerine doğrudan toplumsal olanın teşhisine kalkışmıştır. Kitap temel olarak küreselleşme fenomeni hakkında, görünenin ötesinde bir şeyler olduğunu gösterme çabasıdır.[1] Küreselleşme eşliğinde değişen dünyanın meselelerini açımlamak için “zaman/mekân sıkışması” kavramını kullanan Bauman bu ikilinin geçirdiği evrim sonucu dünyada oluşan temel katmanlaştırıcı unsur olarak ise “hareket özgürlüğü” durumunu görmektedir. Yerinde çakılı kalmak ve hareket halinde olmak kavramları arasında bir hiyerarşik düzen oluşmuştur ve bu çeşitli sıkıntıları da peşi sıra getirmektedir. Bauman bu sıkıntılar doğrultusunda yaptığı çalışmayı bir soru sorma ve soru sormaya teşvik etme denemesi[2] olarak görmektedir. Kitabın yazılması üzerine geçen yirmi yıl sonrasında Bauman’ın değindiği konuların o zamankinden çok daha fazla hayatımızın içinde yer alıyor olması kitabın şimdiden sosyoloji klasikleri arası girmesinin haklı sebeplerindendir.
  Bauman 19 Ekim 1925 yılında Polonya’nın Poznan şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.1939 yılında Nazilerin Polonya’yı işgal etmesi ile Sovyetler Birliğine göç etti. İkinci Dünya Savaşı sonrası ülkesine donan Bauman siyasi sebepler dolayısıyla sınır dışı edildi. Sonrasında İsrail’e ve ardından Leeds Üniversitesi Sosyoloji kürsüsünün başına Britanya’ya geçti. Emekli olduktan sonra Polonya’ya dönmüş ve 2017 yılında ölümüne kadar orada çalışmalarını sürdürmüştür. Küreselleşme kitabı da emeklilik zamanında Polonya’da yazdığı bir kitaptır. Bauman iki dünya savaşı arasında Avrupa’nın ortasında doğmuş birisi olarak bir kriz dünyasına doğmuştur. Naziler ve antimarksistler aracılığıyla ülkesini iki kere terk etmek zorunda kalan Bauman çalışmaları ile de birlikte bir kriz düşünürü olarak anılabilir. Liberal ideolojik evrenle ilgili sıkıntıları olan Bauman uygar dünyanın bu krizlerine karşılık vermeye çalışmıştır. Küreselleşme kitabı da Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla birlikte iki kutuplu dünyanın sona ermesi ve liberal ideolojinin zaferini yüksek sesle duyurduğu bir dönem içerisinde ortaya çıkmıştır. Liberalizm ve küreselleşmenin doğurduğu ahlaki ikilemleri tespit ederek onlara cevaplaması zor sorular sormayı başarmıştır Bauman.

  1. Zaman ve Sınıf
  Bu bölümde Bauman teknolojinin gelişmesiyle zaman ve mekân kavramlarının da değişmesi durumunu ele almaktadır. Telefon, televizyon ve radyonun ardından bilgisayarların ve internetin de hayatımıza girmesiyle birlikte öncesinde kabul edilen zaman ve mekân kavramları değişime uğramıştır. Mekân kavramına olan bağlılık ortadan kalmıştır. Bu durum zaman-mekân sıkışması aracılığıyla insanların varoluş koşullarını birbirinden ayırmıştır, insanları farklılaştırmıştır, sınıfsal farkları daha da gün yüzüne çıkarmıştır. Seçkin sınıfın toplumsal yurtsuzluğunu vurgular Bauman, bu yurtsuzluk yerellikten yalıtılmışlığı da yanında getirir. Metropollerin içerisini giriş kartlarıyla girilen “yasak mekânlar” doldurmaya başlamıştır. Giriş kartı olmayan kişiler seçkinlere ulaşamaz bu şekilde. Bu durumu tamamlayan bir diğer gelişme ise kamusal mekânların git gide özelleşmesi ve insanların yüz yüze görüşebildiği alanların azalmasıdır. Tüketim odaklı kurulan bu özel mekânlar belirli bir ekonomik seviyede yer alan kişilere hizmet etmektedir ve giriş kartı olmadığı için yasak mekânlara giremeyen kişiler bu özel alanlarda da seçkinlere ulaşamamaktadır. Bu durum yalıtılmışlığı had safhaya ulaştırır. Bu yalıtılmışlığı oluşturan çeşitli mekân kavramları sunar Bauman: kaygan mekân, dikenli mekân, asabi mekân.[3] Bu mekânlar yalıtılmayı çeşitli şekillerde sağlayan mekânlardır. Duvarların arkasında kalan kesim ise bu duruma karşı sessiz kalmayıp başkaldırmakta ve çeşitli çatışmalara girmektedir. Bu durum kenti hiç dinmeyen bir mekân savaşının alanı yapmaktadır. Kentte kamusal alanların özelleşmesi ile başlayan parçalanma kentsel cemaatin de dağılmasıyla sürmektedir. Bu durum yerel kanaat önderlerine ve yerel kanaatlere artık yer kalmadığını gösterir. Bu durumu Bauman şu cümleyle çok güzel özetlemektedir: “Seçkinlerin bu yeni yurtsuzluğu baş döndürücü bir özgürlük hissi verirken, diğerlerinin yurt temelli oluşu evde değil, hapiste olma hissi vermektedir; ötekilerin hareket özgürlüğü bu kadar göze batarken yurt temelli olmak çok daha aşağılayıcıdır.”[4]

  2. Küreselleşme Sürecinde Mekân Savaşları
  Bu bölümde ise ilk bölümde bahsettiği mekân savaşları durumunu irdelemektedir. Küreselleşme yalnızca halk tabanında değil devletler seviyesinde de bazı değişikliklere yol açmıştır. Egemenlik sağlama kavgaları sırasında modern devletler için temel mücadele alanları mekânların okunabilirliği ve şeffaflığı olmaktadır. Toplumsal mekân devlet destekli bir harita aracılığıyla hükümet ve devlet memurları tarafından mükemmel bir biçimde okunabilen alanlardan oluşmalıydı. Bu konu kentin kullanıcıları olan halkın ise yorumlarına tamamen kapatılmıştır. Bauman mükemmel bir şekilde okunan bu mekâna Brasilia şehrini örnek göstermiştir. Brasilia Brezilya’nın eski başkenti Rio de Janeiro’nun yerine 1960 yılında yeni başkent olmuştur ve Oscar Niemeyer adlı bir mimar tarafından tasarlanmıştır. Bauman şehrin “brasilitis” adında bazı patolojik sorunları doğurduğunu şu şekilde aktarıyor: “ Brasilitis’in tüm sakinlerin hemfikir olduğu en bariz semptomları, kalabalığın ve kalabalığın olmayışı, boş sokak köşeleri, şahsiyetsiz yerler ve yüzü olmayan insan figürleri, şaşırtıcı, kafa karıştırıcı ya da heyecanlandırıcı hiçbir şeyi olmayan bir çevrenin usandırıcı tekdüzeliğiydi. Brasilia için çıkarılan ana plan, belli bir amaçla yapılan toplantılar için özel olarak tasarlanmış birkaç yer dışında insanların tesadüfen karşılaşmalarına imkân verecek yerler içermiyordu.”[5] Benzer şekilde Sartre ile birlikte şehri ziyaret eden Simon de Beauvoir de şehir için dönemin başkanı Kubitschek’in “hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği soyut bir kent” için nasıl bir servet harcadığını sorgulamıştır.[6]
  Brasilia şehri, modernleşmenin insanların dünyasını devlet yönetimine elverişli hale getirmeyi gerektirdiğini söyleyen Bauman için mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. Bu durum için Crozier’in “Bürokratik Olgular” adlı çalışmasını örnek veren Bauman belirlilik/belirsizlik ölçüsü ile güç arasında yakın bir ilişki olduğunu ifade eder. Bu durum yönetici konumun dışarıdakiler karşısında kendi durumunu anlaşılmaz kılmayı ve dışarıdan gelen sürprizlere hazırlıklı olmayı amaçlar.[7] Bu noktada Foucoult’un Panoptik güç modeli devreye girmektedir. Panoptikon’da mekânın şeffaflığı sağlanarak denetçilerin daimi görünmezliği ile denetlenenlerin sürekli gözlenebilirliği durumu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada Bauman üçlü bir aşamadan bahseder, Panoptikon’dan önce yerel halk içlerinden seçilmiş olanları seyrediyordu, Panoptikon’da bazı seçilmiş yereller öteki yerelleri izler, Panoptikon’dan sonra gelen Synopticon’da ise yereller küreselleri seyreder. Küreseller hem yerellerin sürekli gözü önündeyken aynı zamanda yaşanılan yalıtılmışlık sayesinde erişilmezlerdir de böylelikle yerel duvarlar hapishaneye benzer geçit vermezliği ile göz önüne serilir ve pekişir.[8]

  3. Ulus Devletten Sonrası - Ama Ne?
  Küreselleşen dünyada enformasyon, finans ve ekonomide yaşanılan değişimin ulusal hükümetlerin karar alma yetenekleri üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Küreselleşme bir diğer adıyla “yenidünya düzensizliği” doğası gereği başına buyruktur ve bu durum onu evrenselleşmeden ayırır. Evrenselleşme bir düzen kurma kararlığını gösterirken herkesin eşit hayat koşullarında yaşaması gayesini taşıyordu küreselleşme durumunda ise bunların hiçbirisi bulunmaz. Evrenselleşme ulaşılması gereken bir gaye iken küreselleşme küresel çapta herkesin başına gelen şey anlamına gelmektedir. Bauman’a göre bu durumu devletin acizliği üzerinden okuyabiliriz. Devlet aciz kalmıştır çünkü finansın, enformasyonun, ekonominin küreselleştiği bu dünyada yurt temelli bir devlet anlayışı fazlasıyla yerel kalmaktadır. Bu durum en şiddetli olarak ekonomide görülmektedir. Devletin bu noktada yegâne görevi yerel baskıları kontrol ederek bütçeyi emniyete almak olacaktır. Fakat Bauman bu durumu bir çelişki olarak görmez çünkü yenidünya düzeninin kendini sürdürmesi ve yeniden üretmesi için yerel devletlere ihtiyaç vardır.
  Küresel olan ile yerel olanın arasındaki iletişimi Roland Robertson’un bulduğu küyerelleşme kavramı çok güzel açıklamaktadır. Küyerelleşme küresel düşünüp yerel hareket etme durumudur. Küyerelleşmenin sonucu olarak hızla yoksullaşma ve hızla zenginleşme görünür. Bu durumu örtbas eden kurum ise basındır. Yoksulluğun açlık sorununa indirgenmesi ve desteğin sadece yiyecek bulmakla sınırlı kalması yerel yoksulluğun küresel nedenlerini özenle gizlemiş olacaktır. Geleceğin muhtemel göçmenlerinin yaşadığı uzak topraklarda hüküm süren insanlık dışı manzaralar, rasyonel ve etik argümanların desteğinden yoksun çözümleri güçlendirmekte, küresellerin rahatça gezmesine izin verirken, yerellerin yerel olarak bırakılmasına yardım etmektedir.[9]
 

  4. Turistler ve Aylaklar
  Bu bölümde önceki bölümlerde karşılaştığımız değişimlerin kültürel sonuçlarını görüyoruz. Tüketim toplumu tarafından yaratılan devamlı daha fazlasını isteme mecburiyeti sonucu zenginler dahi feragat ettikleri şeylerden dolayı devamlı yakınacaklardır, bu doğrultuda yoksulluk asla çözülemeyecektir. Eski toplumlardan toplum üyeleri asker veya üretici olarak görünürken artık toplum üyelerini tüketiciler olarak görmekteyiz. Bauman tüketici toplumda yaşayan bireyleri iki sınıfa ayırır: turistler ve aylaklar. Bauman’a göre aylaklar ve turistler bir madalyonun iki yüzü gibidirler, hatta Bauman aylakları turistlerin alter-egosu olarak görmektedir. Yeterli tüketim kaynaklarına sahip olanlara turistler derken, yeterli kaynakları olmayanlara aylaklar denmektedir. Aylaklar turist olma arzusunu taşımaktadırlar fakat turistler tarafından istenmeyen grup ilan edilirler. Bunun sebebi turistlere özenmelerine rağmen yeterli kaynakları olmaması sebebiyle tüketime katkıları olmamalarıdır. Bu dışlamayı en çok yapan grup ise aylaklar grubuna dâhil olma ihtimali en fazla olan turistler olmaktadır. Yeri garantiye aldıkça bu rahatsızlık azalmaktadır çünkü aradaki uçurum artmaktadır, böylece ses yukarılara ulaşmaz. Aylak olmaktan çekinen turistler aylakları bu durumdan dolayı gettolara hapseder. Bauman bu uçurumun her geçen gün daha da artacağını düşünmektedir.

  5. Küresel Yasa, Yerel Düzenler
  Bauman bu son bölümde küreselleşmenin doğurduğu kutuplaşmanın en uç noktalarına değinmiştir. İnsanları özgürleştirme şiarı ile ortaya çıkan zaman-mekân ayrışması durumu yerel halk ile küresel seçkinler arasındaki kutuplaşmanın giderek artmasından başka bir şey doğurmamıştır. Hatta günümüzde bu ikili arasındaki bağın neredeyse tamamen koptuğunu söyleyebiliriz.          Nüfusun kontrol edilemeyen kesimine karşı politik seçkinlerin uyguladıkları temel önlem olan mekânsal sınırlamanın en uç noktasını hapis cezası oluşturur. Bauman California örneği üzerinden hapishane inşasına harcanan miktarın yükseköğretim için harcanan miktardan fazla olduğunu söylemektedir. Üstelik bu durum özgürlük cenneti olarak gösterilen bir yer için geçerlidir. Aynı şekilde olabildiğince hapis cezasını uygulamamaya çalışan Norveç ve birçok Avrupa ülkesinde bu harcamalar her geçen gün artmaktadır.
  Bauman konuya örnek olarak Pelican Bay hapishanesini şu şekilde aktarmaktadır: “Pelican Bay hapishanesi, ‘baştan sona otomatiktir ve mahkûmları ne gardiyanlarla ne de öteki mahkûmlarla neredeyse hiç yüz yüze getirmeyecek şekilde planlanmıştır.’ Mahkûmlar zamanlarının çoğunu ‘kalın beton bloklar ve çelikten yapılmış penceresiz hücrelerde geçiriyor… Hapishane atölyelerinde çalışmıyorlar; havalandırma yok ve öteki mahkûmların arasına karışmıyorlar.’ Gardiyanlar bile ‘camla kaplı ve kilitli kontrol noktalarında duruyor ve mahkûmlarla bir konuşma sistemi yoluyla iletişim kuruyorlar’; mahkûmlar tarafından ya hiç görülmüyor ya da nadiren görüyorlar.”[10] Bauman Pelican Bay ile Panoptikon’u kıyaslar. Panoptikon’da yapılan sürekli gözlemin amacı mahkûmların belirli şeyleri yaptıklarından emin olmaktır, kişilerin ıslahı meselesi ön plandadır. Pelican Bay’de ise tek amaç mahkûmların orada kalmalarıdır. Panoptikon’da mahkûmlar bir nevi emek gücü olarak kullanılırken Pelican Bay bir dışlama ve dışlanmışlık statüsüne alışmış insan fabrikası olarak tasarlanmıştır. İşleri olmayan, tüketici olamadıkları gibi üretim adına da bir katkıları olmayan kişileri bu şekilde etkisiz hale getirmiş oluyorlar. Bu durum devlet mekanizmasının mükemmel gözetimi sağlayarak olası tehlikelere karşı kendisini koruyabilmesinin önemli bir yoludur ve her geçen gün artan hapishane inşası masraflarını bu açıdan okumak daha isabetli olacaktır.

  SONUÇ
  20. yüzyılın önde gelen sosyologlarından birisi olarak anabileceğimiz Bauman’ın yüzyılın sonunda yazmış olduğu bu kitap şimdiden alanın klasik metinlerinden birisi olmuştur. Günümüzde küreselleşme meselesi konuşulduğunda bu kitaba atıfta bulunmadan geçmek çok zor olacaktır. Daha önce kriz düşünürü olarak andığımız ve Avrupa’nın içine düştüğü krizlere cevaplar veya bizzat kendi ifadesiyle sorular yönelttiğini söylediğimiz Bauman Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları kitabıyla da bu soruları sormaya devam etmektedir. Post-modern düşüncenin önemli isimlerinden olan Bauman bizzat maruz kaldığı totaliter yönetim baskılarını yapıtlarıyla çok ciddi bir şekilde eleştirmiştir. Küreselleşme kavramının toplumsal yaşam üzerindeki ahlaki ikilemlerini tartıştığı bu kitabında gelecekle ilgili iyimser diyemeyeceğimiz öngörülerde bulunmuştur. Hatta zaman ilerledikçe bu öngörülerin gerçeğe dönüşen kehanetler olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Küresellik ve yerellik arasındaki ilişkiyi irdeleyen yazar küreselliği ilerlemenin, hareket özgürlüğü ve gelişme ile okurken yerelliği geri kalmışlık, yenilgi ve hareketsizlik üzerinden okumaktadır. Bu ikiliyi ayrılmaz bir bütün olarak gören Bauman durumun “parçalanma ve yabancılaşma”ya neden olduğunu söylemektedir.
  Hayat hikâyesini incelediğimizde sıkıntılara uzak, rahat bir yaşam sürmediğini gördüğümüz Bauman kapitalist rejimin sömürdüğü ve yabancılaştırdığı insanların sıkıntısına da kayıtsız kalamamaktadır. Kitabın karamsar havasına karşılık Bauman’ın amacı okuru tedirgin edip teslim bayrağını çekmekten ziyade okurun kafasına belli başlı soruları yerleştirerek bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışmaktır. Giriş bölümünde kendisinin de bahsettiği üzere küreselleşme kavramının göz ardı edilen tarafları doğrultusunda bir sorgulamaya giren Bauman aslında okurları etik bir tartışmanın içerisine çekmektedir. Dünyanın değişimini 91 yıl içerisinde nefes nefes yaşayan Bauman küresellik-yerellik, Panopticon öncesi-Panopticon-Synopticon, ulus devlet ve sonrası, mekân-zaman kavramları üzerinden yalnızca küresel dünyanın sosyolojisini değil küreselleşmenin, değişimin de sosyolojisini yaparak alan adına çok ciddi bir katkıda bulunmayı başarmıştır.

 KAYNAKÇA
Bauman, Z. (2014). Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları. Abdullah Yılmaz (Çev.). İstanbul: Ayrıntı
S. de Beauvoir, , (1963) La force des choses, Paris, Gallimard


[1] Bauman, Z. (2014). Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları. Abdullah Yılmaz (Çev.). İstanbul: Ayrıntı, s. 8.
[2] A.g.e., s. 12.
[3] A.g.e., s. 29.
[4] A.g.e., s. 32.
[5] A.g.e., s.53
[6] S. de Beauvoir, , (1963) La force des choses, Paris, Gallimard, s. 535.
[7] A.g.e., s. 42.
[8] A.g.e., s. 64.
[9] A.g.e., s. 88.
[10] A.g.e., s. 123.

Yorumlar

Popüler Yayınlar