Ayrılığa Hazırlık

  Hava bugün olacaklardan bihaber olanca güzelliğiyle insanları sokağa çağırıyor. Bahar gelmiş ve bu sadece lafta değil.Dün gece başımı yastığa koyduğumda bu kadar güzel bir güne uyanacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Mekanların kaldırıma koydukları masalarda oturmayı özlemişim. Açık havada kahvaltımı edip Halaskargazi üzerinden Taksim'e yürümeye başladım. İçimdeki huzursuzluk henüz beni terk etmemişti. Bundan kurtulabilmem için tek bir mevsim değişikliği yetmeyebilir. Meydan'a geldiğimde anıtın arkasında şarkı söyleyen Araplar bile keyfimi kaçıramamıştı. Taksim'in Araplarla dolması umrumda değildi. Aksine bir kenara geçip şarkılarını dinlemeye başladım. Bu sırada rüzgarda dalgalanan saçlarımı izledim epey. İzleyebildim çünkü hasretini çektiğim güneş tam da istediğim yerde, tam tepemizdeydi ve bugün yalnız kalmaması gereken ben, gölgem yanımda yürüyordum.

  Arapların şarkısı bittikten sonra sigaraya tekrar başladığımın üçüncü paketini satın aldım. Keşke Şişli'den gelirken son dalımı içmemiş olsaydım. Onunla ilk tanıştığımız kafeye gittim. Hava da onunla ilk tanıştığımız gün gibiydi. Sanki bugün oraya onunla ayrılmaya değil de tekrar başlamaya gidiyordum. Kafe de nerede oturmam gerektiği hakkında epey düşündüm. İlk buluşmada oturduğumuz yerde sigara içilmediği için üçüncü buluşmamız da oturduğumuz masayı tercih ettim. Her şey ne kadar canlı henüz, sanki üzerinden aylar geçmemiş gibi.  Pencere kenarında yapma çiçekler vardı, işte tam o an anladım ki bugün buraya onunla tanışmaya değil ayrılmaya gelmiştim. Kışın izleri henüz taze olduğundan sonbaharda solan çiçekler henüz yerlerini yenilerine bırakmamıştı.

  Tüm kış baharın gelmesini beklememiş miydim? Peki neden şimdi bu hüzün? Bu içimde geçmek bilmeyen sızı da nereden geldi? Bahar diyordun işte geldi bahar.* Haydi biraz neşelen!
Onun gelmesine hala üç dört saat var. Onunla tanıştığımız yerde ayrılmak iyi bir fikir mi bilmiyorum. Muhtemelen o gelene kadar kararımı birçok kere değiştiririm. Kafeye gelen ilk müşterilerden sonra tüm pencereler açılıyor ve kısıktan gelen müzik sesi yükseltiliyor. Buranın müziklerini oldum olası çok sevmişimdir. Hüzünlü değil, neşeli değil, hem hüzünlü hem neşeli.Bunu nasıl başarıyorlar bilmiyorum fakat şu an ki karmaşık ruh halimi yansıttıkları kesin. Artık İstanbul'da böyle güzel  müzikler çalan kafeler kalmadı. İnsan canı sıkıldığında gidip ağız tadıyla bir yerlerde oturamıyor. Acaba Araplardan dolayı mı? Dedim ya Araplar beni pek ilgilendirmiyor bugün. Aklımın içi tepelemesine dolu. Değil geldiğinde konuşacaklarımı, oturacağımız yere dahi karar veremedim henüz. Bu kararı ona mı bırakmalıyım? Durumu seramoniye çevirdiğimin farkındayım. Fakat nasıl güzel başladıysa bir ilişki aynı şekilde güzel bitebilmeliydi. Neler söylüyorum, ayrılmak isteyen taraf ben değilim ki!

  Oturup yazmaya başlıyorum ve telefon beklediğim zamanlarda çalmadığı kadar çok çalıyor. Bir şeyler yazarken kendimi dış dünyaya kapatma huyunu bir türlü edinemedim. Devamlı merakımı cezbeden bir şeyler oluyor ve bölünüyorum. Bunu edinmeden yazdığım şeyler hiçbir şeye benzemeyecektir farkındayım.

  Gelirken meydan da onu fazlasıyla andıran birisine rastladım. Her yerde onu görmeye ne zaman başlarım diye düşünmüyor değildim. Açılışı yaptık. Yüzünü çok net görememekle beraber tıpkı onun gibi şapkasının kenarlarında sarı tüyler olan siyah bir mont giyiyor ve boynunda tıpkı onunkine benzeyen turuncu bir atkı taşıyordu. Onun gibi beyaz tenliydi. Aralıklarla burnu akıyor, peçetesiyle burnunda hafif kızarıklıklar bırakıyordu. Seçebildiğim kadarıyla onun kadar güzel değildi. Sonrasında şarkı söyleyen Arapların yanına gitti. Sanırım o da Araptı. Tanrım, Taksim'de geçip de içinde Arap olmayan bir öykü bile yazamıyor insan. En azından nargileden bahsetmesem.

 Her stresli olduğumda yaptığım gibi parmaklarımın derilerini yoluyor, parmaklarımı kanatıyorum. Keşke ben de normal insanlar gibi tırnaklarımı yiyor olsaydım. Elim sigaraya gidiyor. Hem karmaşıklığım hem bir şeyler yazıyor olma durumum beni sigaraya itiyor. Sigara artık hüznün ve yazmanın sembolü olmuş benim için. Bir öykü yazarken kaç sigara içersin diye sormak isterdim Oğuz Atay'a. Mesela Korkuyu Beklerken'i yazmak için bir karton içmiştir bence. Sigara ile ilgili klişe betimlemeler yapmak istiyorum. Fakat kendimi kaptırmamalıyım. Bu paketi bitirirsem yenisini alacak param yok.

   Ayrılırken onu son bir kez öpmek istiyorum. Şöyle dudaklarının ortasından. Neye uğradığını şaşıracak ve kollarıma atlayacaktır. Ne hayal ama! Duygularıma hakim olmalıyım, biliyorum bir ayrılığa böyle hazırlanılmaz, aslında ayrılığa kimse hazırlanamaz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar