CARL SCHMITT’TE POLİTİK-OLAN KAVRAMI

         

  Son Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. Wilhelm döneminde dünyaya gözlerini açıp (1888) Sovyetlerin son zamanlarında hayatını kaybederek (1985) neredeyse bir yüzyıl boyunca dünyaya tanıklık eden Carl Schmitt etkin olarak 1910-1978 yılları arasında metin yazdı.  Yaşadığı bu uzun dönem içerisinde imparatorlukların yıkılışına, ulus devletlerin kuruluşuna, iki dünya savaşına ve ülkesinde üç farklı siyasal rejime tanıklık etti. Weimar Cumhuriyeti’nin yaşadığı sıkıntılara karşı duyduğu kaygı onu Mart 1933’ten Aralık 1936’ya kadar süren bir Nazi işbirliğine sürükledi.  Hiçbir Nazi yasasında ismini görmüyor olsak dahi bu olay isminin lekelenmesine yetti. Buna rağmen kendisini “entelektüel bir maceracı” olarak tanımlayan Schmitt  somut yaşamın felsefesini yapmaktan, sürekli güncelin peşinde koşmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi ve şüphesiz kitaplarının günümüzde klasik hale gelmesinde bu yaşadıklarının çok büyük bir etkisi var.
  20. yüzyılın birçok düşünüründe karşımıza çıkan tekniğe dair endişe Schmitt’te de mevcuttu. 20. Yüzyıl Schmitt’e göre “tekniğe dair dinsel bir inancın yüzyılı”  olarak adlandırılabilir. Tinin teknik karşısında çaresiz kaldığı görüşü yaygın bir görüştü fakat Schmitt’in endişesinin temel kaynağı diğer düşünürlerden farklı olarak politik sebeplerdi. Teknik politik açıdan tarafsız bir alandır ve Avrupa’nın 16. yüzyıl ile başlayan politik alan ile mücadelesinin son ayağıdır. Schmitt’e göre her çağ bir “nötralizasyon” süreci ile başlamaktadır. Her çağın belli merkez alanları bulunmaktadır ve sonraki çağda bu merkez alanlar nötralize edilerek yeni bir merkez alan belirir. Teknik ile son bulan bu merkez alanları şu şekilde gösterebiliriz:
Yüzyıllar Merkez Alanlar
16.yüzyıl Teoloji
17.yüzyıl Metafizik
18.yüzyıl İnsancıl-ahlakilik
19.yüzyıl Ekonomi
20.yüzyıl Teknik

  16.yüzyılda monarşilerin yerine modern devletlerin kurulması ile başlayan bu sürecin devamında 17.yüzyılda “kim yönetiyorsa onun dini” yerine daha sonra “kim yönetiyorsa onun ekonomisi” ya da “kim yönetiyorsa onun ulusu” gibi mottolar  ile karşılaşmaktayız. Her çağda içine düşülen sıkıntılar için bu merkez alanlar doğrultusunda Schmitt’in ifadesiyle çağın ruhbanları tarafından çözümler aranmıştır. Parlamenter demokrasinin zafer kazandığı bu dönem devletsel (Staatliche) ile politik-olan (Politische) arasındaki ilişkiyi koparmış ve devleti politik olarak tarafsız bir alana çekmiştir. Bir tarafta bizi anarşist bir devlet anlayışı karşılamakta öteki tarafta komünizm sesleri duyulmakta, kapitalizm ilerleme hırsıyla devasa adımlar atmakta ve ortada liberal bir devlet anlayışı göze çarpmaktadır. Schmitt bu manzarada apolitikleştirilerek öldürülen devletin doğurduğu bir politik kriz görmektedir. Schmitt bu krizde “Bugün hiçbir şey siyasal (politik) olana karşı mücadele kadar modern değildir”  sözleriyle tarafını belli etmiş ve “Der Begriff des Politischien” (Politik-olan Kavramı) kitabında bu krizin çözümü için politik-olanı bizlere açımlamıştır.
  Kitabın içeriğini tartışmaya geçmeden önde “Politik-olan Kavramı”nın dört ayrı baskısı olduğunu söylemek gerekir. 1927 yılındaki ilk hali bir ders özeti niteliğinde iken 1932 yılında argümanları değiştirilerek kitaplaştırılmış, 1933 yılında ise Schmitt’in NSDAP (Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) üyeliği ile alakalı baştan sona değiştirilmiştir. 1963 yılında ise Schmitt 1932’de yazılan metine üç değerlendirme yazısı ekleyerek 4. baskısını sunmuştur.  Bizim de ele alacağımız Schmitt’in de üstlendiği 1932 baskısı olacaktır. Bu kitap her şeyden önce Schmitt’in 1963 yılında yazdığı önsözünde de belirttiği gibi bir meydan okuma olarak görülmelidir. Schmitt’in bu meydan okuması öncelikle liberal demokrat egemenlik teorisine karşıdır. İkincil olarak ise kendisinin de içerisine dâhil ettiği politik teologların karşısında yer alan politik felsefecilere  ve hukukçulara meydan okur. Tersten gidersek Schmitt politika ve hukuk terimlerinin kavramsallaştırılması konusunda bir sıkıntı olduğunu düşünür. Buna mukabil Schmitt önce bu karmaşayı çözmeye çalışır.
      1. Devletsel-olan ve Politik-olan Ayrımı
  Schmitt metne çok hızlı bir giriş yapmaktadır: “Politika kavramı devlet kavramından önce gelmektedir.”  Henüz ilk cümlesinden ayrımı yapmaya başlar. Ona göre devlet tanımı üzerinden bir politika tanımı yapamayız. Metinde siyaset kelimesi yerine politika kelimesini tercih etmemizin de başlıca sebebi bu bölümdür. Devlet politik vazifelerini yerine getirdiği sürece var olabilir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu vazifelerini yerine getiremeyen devlet ölümüyle yüzleşmek zorunda kalır. Devletsel-olan ile politik-olanın aynı şeylermiş gibi kullanılmasını naif bir hata olarak gören Schmitt devletin doğası veya tanımı gibi uğraşları bir kenara bırakıp doğrudan politik-olanın ne olduğunu sorgulamanın gerekliğini söyler. Dinsel, kültürel, ekonomik, hukuksal, bilimsel olan şeylerin politik-olanın karşıtı olduğu iddiasını asla kabul edemeyiz. Aksine Schmitt’in taraftarı olduğu total devlette her şey en azından bir ihtimal olarak siyasaldır (politiktir).
      2. Dost – Düşman Ayrımı ve Savaş Kavramı
  Schmitt’in düşünceleri, öncelikle politika (die Politik) ile politik-olanın (das Politische) farklı şeyler olduğu fikrine dayanır. Başta sol Heideggerci düşünürler olmak üzere günümüz politik felsefesini derinden etkileyen bu ayrım, Schmitt’in buluşudur.  Marchart’a göre bu fark Heidegger’de karşılaştığımız varlık ile var olan arasındaki ayrıma denk düşer. Bu doğrultuda politika mekânı karşılarken politik-olan bir olasılık olarak varlığını hep sürdürecektir ve her şey politik olma ihtimalini barındıracaktır. Schmitt ahlak alanındaki nihai ayrımın iyi kötü; estetikte güzel ve çirkin; ekonomide yararlı ve zararlı ya da karlı ya da kar getirmeyen olduğunu varsayarak  politik-olana özgü kategorilerin dost-düşman (Freund und Feind) ayrımı üzerinden ortaya konulabileceğini söyler. Schmitt için dost-düşman ayrımı “somut (konkret) ve varoluşsal (existentiell)”  bir ayrımdır. Bu doğrultuda şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki Schmitt’in yaptığı en büyük devrimsel hareket politik felsefenin alanını epistemolojiden ontolojiye çekmesi olmuştur.
  Dost-düşman ayrımının ortaya çıkışını ise bir kriz anı sağlamaktadır: “Siyasal olan, her halükarda daima kriz anına odaklanmış gruplaşmadır.”  Kriz anı istisnai bir andır, bir olasılık olarak her an karşımıza çıkabileceği gibi öngörebileceğimiz bir şey değildir. Bu kriz anlarını iki düşman arasında, bir varoluş ile diğer varoluş arasındaki var olma ve yok etme ilişkisinin diyalektiği  olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımlamanın bildiğimiz anlamdaki ismi ise savaştır. Savaş Schmitt için en temel anlamıyla fiziksel olarak ortadan kaldırma durumuna tekabül eder ve düşmanlığın en uç noktasıdır. Bu istisna haline karar veren kişi ise egemenin kendisidir. Bu bağlamda devlet ve politik-olanı ayırmış olan Schmitt karar kavramı ile ikisini yeniden birbirine bağlar. Schmitt pasifizmi seçerek savaş karşıtı bir tutum sergileyen ve dost-düşman ayrımı yapmamayı seçen bir halkı apolitik bulur ve onların yerine bu politik kararı verecek bir halka yerlerini bırakacaklarını iddia eder çünkü: “Politika kaderdir.”
  Schmitt Nazilerle olan iletişiminin ve bu söylemlerinin de etkisiyle sık sık yanlış anlaşılan birisidir. Schmitt burada insanların birbirini öldürmelerini meşrulaştırmaz veya bir yasallığa yaslamaz. Bunu kullanarak onu eleştiren çok kimse olsa da Schmitt’i bir nevi hasım sayan Paul Hirst onu Nazilerden ayırır: “Schmitt için istisna, hiçbir zaman faşizm ve Nazizm için olduğu gibi bir kural değildir.”  Hukuk, ahlak ya da başka bir motivasyonun savaşı gerekçelendiremeyeceğini zira savaşın varoluşsal olduğunu ve kaynağının politik birlik olduğunu söyleyebiliriz. Schmitt çatışmayı hayatın kendisi için kaçınılmaz görmektedir ve politikayı da çatışma olasılıklarını zapt eden ve yöneten bir aygıt olarak tanımlamaktadır.
   
         3. Çoğulculuk Meselesi
  Schmitt’in daha önce yaptığı dost-düşman ayrımı politik-olana özgü bir alandır. Birisinin çirkin olması veya kötü olması nasıl politik-olan ile alakalı bir ayrım değilse birisinin dost veya düşman olması da ekonomik, etnik, dinsel vs. bir ayrım değildir. Politik-olan kendisine özgü bir alan değildir, oluşabilecek herhangi bir karşıtlık insanları dost-düşman olarak ayırıyorsa politik bir karşıtlığa dönüşür. Schmitt buna örnek olarak Marksist sınıf çatışmasını gösterir. Ekonomik sebeplerle doğan sınıf çatışması, karşı sınıfı “düşman” olarak gördüğü an politiktir.  Belli bir merkezi olmayan çoğulcu devlet teorisinin birçok örgütlenmenin yanısıra neden ayrıca bir hükümet örgütü kurulduğu sorusuna verilecek bir cevabı olmadığını söyleyebiliriz. Bu tutum her şeyden önce apolitiktir. Politik birliği yadsır, onun yerine toplumsal veya ekonomik bağları önerir ve bu kurulan bağların hiçbirisi tek başına politik ağırlık noktası olamaz.
  Schmitt çoğulculuk kavramını farklı bir bağlamda tekrar kullanır. İç politika için bir çoğulculuğun olamayacağını savunan Schmitt dış politika için ise bir çoğulculuğun mecburiyetinden bahseder. Politik birliğin daima bir düşman olasılığının var olduğunu kabul etmesi gerektiğini söylemiştik. Bu durum dünya üzerinde devlet kavramı olduğu sürece daima çoğul bir kavramı anlamamız gerektiğini ifade eder. Bir dünya devleti önerisi düşman kavramını dışarıda bıraktığı için imkânsızdır. Bu anlamda politik dünya çoğul bir evrendir  (pluriversum), tekil (universium) değil. Proudhon’un da dediği gibi:  Kim insanlıktan bahsediyorsa aldatmak istiyordur.  Demokratik yurttaşlar, soyut bir insanlık fikrinden pay aldıkları için değil, demosa ait olmaları sebebiyle eşit haklarla donatılırlar. Bu yüzden de Schmitt, demokrasinin merkezi kavramının “insanlık” değil, “halk” olduğunu ve bütün insanlığı kapsayan bir demokrasinin asla mümkün olmadığını söyler.
       4. Politikanın Antropolojik Temeli ve Liberalizm
    Schmitt’in meydan okuduğu bir diğer grup olan liberal devlet teorisi Schmitt’e göre bir devlet teorisi olarak dahi adlandırılamaz. Radikal bir devlet inkârında bulunmayan liberalizm politik-olanı ekonomi ve ahlak ikilisi ile tabi kılmaya çalışarak apolitik bir sistem kurar. Liberaller devletin toplumun hizmetine sokulması adına insanın doğası gereği iyi olduğu fikrini kullanır. Devlet müdahalesine karşıdırlar. Liberaller ile birlikte anarşist teoride insanın doğal iyiliği görüşü üzerinden devletin inkârı fikrini ortaya atmıştır. Devleti el birliğiyle idam sehpasına götüren bu ikili Schmitt’e göre gerçek politik teoriler değildir. Ona göre tüm gerçek politik teoriler insanı kötü, sorunlu, tehlikeli ve dinamik olarak kabul etmelidir.   Politik-olan bir iyimserlikten yola çıkamaz çünkü potansiyel olarak düşman olasılığı üzerine kurulmuştur. Zira insanların iyi olduğunu düşünen teori, kötüler üzerinde kendilerinin doğal bir müdahale hakkı olduğunu düşünür. Böylece istemeden de olsa kötümserlerin tezine gelmiş olur. Bu iyimser politik teorilerin temel paradoksudur.
  Schmitt’in liberalizm eleştirisi, liberalizmin politik bir vizyonu olmaması sebebiyledir. Devlet ve politikayı saha dışına iterek ekonomi ve ahlak temelli bir alan oluşturmaya çalışan liberalizm devletin sınırlandığı, birey temelli bir anlayış sergilemektedir.
“Siyasal (politik) nitelik taşıyan kavga kavramı, liberal düşüncenin ekonomi tarafından                                                                rekabete, liberalizmin “manevi” tarafında ise tartışmaya dönüşür; “savaş” ve “barış” gibi iki değişik statü arasındaki net ayrım yerini sonsuz rekabetin ve sonsuz tartışmanın dinamiğine bırakır. Devlet, topluma dönüşür (…) Siyaseten birleşmiş halk ise, bir yanda kültüre meraklı bir kamuoyu, öte yanda ise işletmenin personeli, kısmen de tüketici kitlesi oluverir.”
     5. Sonuç
  Politik felsefeyi ontolojinin alanına çekere politik-olanın felsefesini yapan Schmitt yüzyılın başında çok hümanist bir portre çizen fakat elli yıl içerisinde iki dünya savaşı ile çalkalanan Avrupa’ya dost-düşman ayrımını ve savaşın kaçınılmazlığını sunmuştur. Schmitt’te özgürlükçü bir devlet anlayışı yerine otorite ve itaat ilişkisine bağlı bir devlet anlayışı görmekteyiz. Liberal politikalar ve devletin katli dünyaya pahalıya patlamıştır, tam da bu sırada Schmitt’in teorisi ciddiyet kazanmaktadır. Bu bağlamda Schmitt ilgisinin devamlı arttığını söyleyebiliriz. “Derrida, dost-düşman ayrımının mutlaklığına karşı durmak için kararverilemezliği ve ‘dostluğun siyaseti’ni savunurken; Ranciere, siyasalı yeniden tanımlayarak eşitlikçi ve özgürleştirici bir siyasetin imkânını bulmaya çalışır. Agamben, Benjamin dolayımıyla Schmitt’in egemenlik kavramıyla bir hesaplaşmaya girişerek, kurala dönüşen istisnaya karşı çözümü, belirsizlik mıntıkalarında ve gerçek istisnaları yaratmakta görür. Zizek, sol pozisyon için antagonizmaların devletlerarasında değil, devlet içinde süreğen ve birincil olması gerektiğinden bahseder. Mouffe, liberal siyasete alternatif olacak ve biz/onlar ilişkisini ortadan kaldırmadan çoğulcu olabilen bir demokrasiyi, antagonizma yerine agonizmanın olduğu bir siyaseti tasarlar.”  Günümüzde politik-olanın felsefe içerisinde yeniden ağırlık merkezi olduğunu görmekle birlikte Schmitt’e atıfla özgürlükçü bir politik realizmin mümkün olup olmadığı meselesi politik felsefenin önemli meselelerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda her geçen gün büyük bir hızla sayısının arttığı Schmitt çalışmalarından bir tanesini de biz yapmış olduk. Bu çalışmada amacımızı Chantal Mouffe’un ifadesine atıfla “Schmitt’le Birlikte, Schmitt’e Karşı” düşünerek politik-olanı anlamak ve tartışmak olduğunu söyleyebiliriz.

KAYNAKÇA
Carl Schmitt, “Siyasal Kavramı”, Metis Yayınları, İstanbul, 2014
Carl Schmitt, “Siyasal İlahiyat”, Dost Kitabevi, 1996
Carl Schmitt, “The Concept of the Political, New Brunswick: Rutgers Unıversity Press, 1976
Chantal Mouffe (Ed.) “Carl Schmitt’in Meydan Okuması”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2019
Ertan Kardeş, “Schmitt’le Birlikte Schmitt’e Karşı, Politik Felsefe Açısından Carl Schmitt ve Düşüncesi”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015
Toros Güneş Esgün (aktaran), “Carl Schmitt”, Kurtul Gülenç (Ed.) “Siyaset Felsefesi Tarihi”içinde, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2014

Yorumlar

Popüler Yayınlar