MARX’IN HAYALETİ VE WEBER’DE SINIF MESELESİ
Marx ve Engels’in 1848
yılında bizlere aktardığı Avrupa’nın üzerinde dolaşan komünizm hayaletine[1] atıf yaparak
söyleyebiliriz ki Karl Marx’ın hayaleti çok uzun zamandır üzerimizde dolaşmayı
sürdürüyor. Bunu iddia eden tek kişi biz değiliz. Jacques Derrida[2], Anthony Giddens[3] gibi isimler de bu
ifademizi doğruluyorlar. Hatta Weber’in Marx’ın hayaleti ile giriştiği
mücadelenin ardından günümüzde Marksist teorinin karşısına bir hayalet olarak
dikildiği iddiasında bulunursak çok yanılmış olmayız. Neo-Marksist teoriyi
incelediğimizde Weber’in ayak izlerini de sıklıkla görmek mümkün
olabilmektedir. Marx’ın toplumsal eşitsizlik, tabakalaşma ve sınıf analizi
hakkındaki görüşlerine karşı pozitif değinilerde bulunan Weber teorinin eksik
olduğunu düşündüğü kısımları tartışarak kendi tabakalaşma teorisini sunmuştur. Bu
doğrultuda Weber’in sosyolojisini Marksist teorinin geliştirilmesi üzerinden
okumamız da mümkün olacaktır.
Marx ve Weber
modern topluma giden yolda ilk kopuşun kapitalizm biçimiyle doğması gerektiği
konusunda hemfikirlerdir fakat ikisinin kapitalizmden anladıkları şeyler
farklıdır. Marksizm’in temel görüşü olan emek sömürüsü ve artı-değer meselesine
Weber’de rastlayamayız. Weber ekonomik hayatın, bürokrasinin ilerleyişiyle birleşerek
rasyonelleşmesi meselesine kafa yorar. Bu doğrultuda Weber’in ele aldığı mesele
kapitalizmi de kapsayacak şekilde bir modernleşme meselesidir. Kapitalizm
yerine sosyalizm mevzubahis olsaydı da bu rasyonelleşme süreci benzer bir
şekilde ilerleyecekti. Hatta bu rasyonelleşme süreci sonrasından sosyalizm
kapitalizme göre daha büyük bir bürokratikleşme ihtiyacı duyacaktır.[4] Weber’in meseleyi
kapitalizm üzerinden değil de modernleşme üzerinden ele almasının bir sebebi
Marx’ın aksine kapitalizm için bir alternatif görmemesidir. Marx’ın geleceğe
dair bir devrim bekleyişi olması onu devrilmesi gerektiğini düşündüğü
kapitalizme odaklanmasını sağlamıştır ve toplumsal meseleleri önemli ölçüde
kapitalizm eleştirisi üzerinden ele almıştır fakat Weber böyle bir devrim
beklemediği gibi indirgemeciliğe karşı olup karmaşık toplumsal meselelerin
tekil olgularla açıklanamayacağını düşünmesi onu daha geniş bir perspektiften
bakmaya itmiştir. Bu doğrultuda Weber şüphesiz Marx’ın materyalizme
indirgenmesi ve bu şekilde okunması durumunun doğrudan karşısında olacaktır.
Weber’in Marx’a
karşı yönelttiği en temel eleştirilerden birisi Marksist sınıf yapısına karşı
olmuştur. Marx sınıfı sosyal konumlar yapısı olarak kavramlaştırırken Weber ise
bir sosyal eylem teorisi geliştirir. Weber mülkiyet ve zenginliğin dağılımını
incelerken Marx bu durumla ilgilenmemiştir. Marx üretim araçlarına sahip
olanların üretim araçlarına sahip olmayanlara karşı uyguladığı sömürü
ilişkisini inceleyerek ortaya çıkan çatışmayı yorumlamıştır. Weber üretim
araçlarına sahip olma durumunun sınıfsal bir fark yaratacağı düşüncesine katılır
fakat bunun yanısıra üretim araçlarına sahip olmayan kişileri de hizmet ve
becerilerine göre sınıflandırır. Weber sınıfları mülk sahibi burjuva sınıfı,
mülksüz beyaz yakalı orta sınıf, küçük burjuva ve işçi sınıfı olarak dört
aşamalı olarak düşünür.[5] Marx’ın antoganizmasını
eleştirirken unutmamalıyız ki Marx toplumu iki ayrı sınıftan ibaret görmüyordu
fakat toplumsal çatışmanın baskın olduğu ve değişimi doğuracak ana sınıfların
bu iki sınıf olacağını düşünüyordu. Bu durumdan dolayı bu iki sınıfa odaklanmanın
daha doğru olacağına karar vermişti. Ayrıca Marx maaşlı orta sınıf burjuvazinin
proleteryadan daha fazla kazanıyor olması durumunu kapitalist sömürü ilişkileri
içerisinde olmalarından dolayı işçi sınıfına daha yakın olduğu şeklinde
yorumlamış ve bu durumu ayrıca irdelememiştir.[6] Weber’e göre ise maaşlı
orta sınıf ile proleteryanın sınıfsal çıkarları farklıdır. Orta sınıfın hayat
standartları daha gelişmiştir ve bu durum kapitalizmin gelişmesiyle birlikte
alt sınıflardan orta ve üst sınıflara doğru bir hareketliliği doğuracaktır. 20.
yüzyılın başından itibaren ekonomik örgütlenme ve işbölümü konusunda Marx’ın
öngöremediği bazı değişiklikler olmuştur. İdari, yönetsel ve masa başı
diyebileceğimiz iş miktarı artmış, piyasa ciddi bir şekilde genişlemiş,
teknolojinin gelişimi ile yeni iş alanları açılmış ve işçi sınıfının homojen
doğasında bazı parçalanmalar gerçekleşmiştir. Bu durum Marksist teorinin de
sınıf analizi üzerine yeniden düşünmesini ve Weberci yaklaşımların da hesaba
katılmasını gerektirmiştir.
Daha önce de
belirtmiş olduğumuz gibi Weber indirgemeci ve tek boyutlu düşüncelerin daima
karşısında olmuştur çünkü bu durum toplumsal meselelerin yeterince
anlaşılamamasını doğurmaktadır. Bu doğrultuda toplumsal tabakalaşmayı yalnızca
sınıflar üzerinden düşünen Marx’a karşılık Weber üçlü bir sosyal tabakalaşma
modeli çizmiştir. Marx’ın teorisinde politik egemenlik sınıf çatışması için
sömürünün devamlılığını sağlama görevi taşırken Weber için egemenlik/güç kendi
içinde bir olgudur. Hatta Weber’e göre toplumun güce dayalı olduğunu söylersek
yanılmış olmayız. Temeli güce dayanan bu tabakalaşma sistemini sınıf, statü ve
partiler oluşturur.
A.
Weber’in Üçlü Tabakalaşma Anlayışı
1. Sınıflar ve Statü Grupları
Mülkiyet
temelli olan sınıf ile sosyal onur ve itibar temelli olan statü grupları
bireylerin göreli güçlerini temsil eden iki ayrı hiyerarşik gruptur. Ekonomik
bir kategori olarak sınıf sosyal bir sınıfa dönüştüğü durumda ortaya grup
bilinci çıkmaktadır. Grup bilinci ise statü grupları adına temel bir meseledir.
Bu iki grup arasında kuvvetli bir bağ vardır hatta ekonomik olan birçok durumda
ikisini de etkiler. Örnek vermek gerekirse zengin bir iş adamı ekonomik kazancı
sebebiyle üst sınıftadır ve bu durum onun yüksek de bir statüye de sahip
olmasını sağlar. Sadece bu perspektiften baktığımızda Marksist teoriden farklı
bir durumla karşılaşmayız. Başka bir örnekle bu iki grubun arasındaki farkı
ortaya koyabiliriz. İslami inançların kuvvetli olduğu bir ülkede sınıfsal
olarak orta seviyede olmasına rağmen din görevlilerinin statüleri fazlasıyla
yüksek olabilmektedir. Tabakalaşmayı yalnızca sınıfsal açıdan ele aldığımızda
din görevlilerinin itibari kazancının göz ardı etmiş oluruz ve bu eksik bir
toplum gözlemini doğurur. Weber’in statü grupları ayrımı ekonominin rolünü
inkâr etmez sadece ekonominin yegâne değişken olmadığını ifade eder.
2. Partiler
Toplumsal
tabakalaşmanın üçüncü ayağı ise partilerdir. Parti ortak çıkarları sebebiyle
işbirliği yaparak bir arada çalışmayı tercih eden kişileri ifade eder. Weber’de toplumun güce dayandığını
söylemiştik parti ise bu güç mücadelesini bilinçli olarak tercih eden
kişilerdir. Sınıflar mülkiyet ilişkileri, statü grupları onur içinde bulunurken
partiler güç ve iktidarın sınırları içerisinde yer almaktadırlar. Weber
politik-olana önem vermektedir fakat partilerden kastı sadece politik partiler
değildir, politik partilerin yanısıra iş hayatındaki örgütler, dini
organizasyonlar ve diğer öteki örgütlü gruplar da parti olarak anılabilir. Parti içerisindeki bireyleri bu bilinçli
mücadeleye iten şeyler sınıf ya da statü grupları tarafından belirlenmiş şeyler
olabilir, yandaşlarını da bu grupların içerisinden belirleyebilirler hatta
mevzubahis parti doğrudan bir sosyal sınıf veya statü grubundan dönüşmüş
olabilir. Zaten mevcut olan dayanışma ve grup bilinci bürokratik resmi bir
yapılanmaya dönmüş olur, partiyi sınıf ve statü gruplarından ayıran şey ise tam
olarak budur. Bu üç toplumsal tabakalaşma yapısı birbiriyle kesişebilir yer yer
çok ciddi bir şekilde örtüşebilirler fakat bu durumlar bir genellemeye
vardırılamayacağı için bu üç ayrı grup varlığını sürdürmektedir.
B. Weber’de Bürokrasi ve Rasyanalizasyon
Tıpkı Marx
gibi Weber için de sosyal hayat bir mücadele alanıdır. Weber için güç
ilişkileri toplumun her noktasında karşılaşacağımız bir durumdur ve fazlasıyla
karmaşıktır, sürekli bir değişkenlik hâlindedir. Bu açıdan baktığımızda güç
ilişkilerini incelememiz çok zor olmaktadır fakat güç ilişkilerini egemenlik
boyutuyla incelememiz daha pratik olabilir. Weber’de güç ilişkileri politika
odağında ilerlemektedir. Ekonomik çıkar çatışması mühimdir fakat çatışmalardan
yalnızca bir tanesini oluşturmaktadır. Weber Marx’ın sınıf analizinin karşısına
koyduğu sosyal eylem teorisi meseleyi sınıf analizini de kapsayacak şekilde
içermektedir. Weber’e göre tarih içerisinde sosyal eylem rasyonelleşme eğilimi
göstermektedir. Bu eğilim sonucu hukuk ve politika sistemi de
rasyonelleşmektedir. Bu rasyonalizsyon egemen olanların üstlendiği roller
sonucu modern devleti doğurmuştur. Modern devlette hâkimiyetin kurulup
devamlılığın sağlanabilmesi ise bürokratik yapılarla mümkündür. Weber daha önce
bahsettiğimiz toplumsal tabakalaşmanın ve dolayısıyla toplumsal eşitsizliğin
kaynağı olarak bürokratik yapılardan oluşan devleti sorumlu görür. Marx ile
Weber’in ayrıştığı temel nokta da burasıdır. Weber kapitalist sınıfın gücünün
fazlasıyla farkındadır fakat Marx’ın altyapı üstyapı kavramlaştırmasını açıkça
reddeder. Ona göre bu karmaşık yapıyı ekonomiye indirgemek yüzeysel bir okuma
olacaktır. Bu durumun aksine Weber’i endişelendiren şey yönetim araçlarının
bürokratik elitlerin elinde toplanması olacaktır.
C. Weber ve Sosyalizm
Marx’ın
yaşanılacak komünist devrim sonucu sınıfların ortadan kalkacağı ve daha eşit
bir dünyaya ulaşacağımız düşüncesinin aksine Weber daha karamsardır. Weber
demokrasiyi benimser fakat günümüz karmaşık toplumlarında demokrasinin
bürokrasi ile ilerlemekten başka seçeneği olmadığını da ifade eder. Toplumsal
eşitsizliklerin kaynağı olarak gördüğü bürokrasiye karşı bir zorunda kalma
durumunu ifade eder. Kısacası demokrasilerde tahakküm ilişkilerinden kaçamayız.
Bu duruma alternatif olarak sunulabilecek sosyalizmi de değerlendirir
Weber. Sosyalizm daha fazla
merkezileşmeye yol açmasıyla birlikte daha totaliter bir anlayış
sergileyecektir ve kapitalizme göre daha fazla bürokratik eğilimleri olacak
olan sosyalizm daha büyük tahakküm ilişkileri kuracaktır. Weber’de sosyalizm
yerine demokrasinin tercihi kötüdense kötünün iyisini tercih etme durumu olarak
okunabilir.
4. SONUÇ
Karl Marx ve
Max Weber mücadele ve çatışmanın toplumsal tabakalaşma adına mühim olduğu
konusunda hemfikirdirler. Marx bu durumun insan doğası gereği olmadığını sömürü
ve sınıf sistemi sebebiyle bir çatışma doğduğunu söyler fakat Weber’e göre
sömürü düzeni olmasa dahi çatışma başka alanlarda devam edecektir. Weber’i ve
Marx’ı ayrıştıran şey değişime olan inançları ile alakalı olmuştur. Marx
devrimsel bir değişimin mümkün olduğuna inandığı için bu tahakküm ilişkisinin
nasıl sona ereceği üzerine düşünmüştür. Weber ise geleceğe dair Marx’a göre
daha karamsar olduğu ve Marx’ın dediği gibi bir devrim beklemediği için
değişimi irdelemek yerine mevcut olanın teşhisi için uğraşmıştır. Bu doğrultuda
Marx analitik bir düşünce sunarken Weber tanımlayıcı bir teşhis sunmuştur. Marx
politik-olanla beraber hemen her şeyi ekonomik-olan olarak belirlerken,
Weber’de politik-olan kendi içerisinde bir alandır. Marx’ta sınıf temelli bir
tabakalaşma varken Weber sınıf, statü ve parti olmak üzere üçlü bir tabakalaşma
sistemi çizmiştir. Günümüzde Weber’in teorilerinin gerçeklik payları daha fazla
gün yüzüne çıkmaktadır ve Weber üzerinde dolaşan Marx hayaleti ile girdiği
mücadele sonrasında günümüz Neo-Marksistleri’nin başına tebelleş olmuştur. Neo-Marksistler
için bu durum gerçekten ihtiyaç olan şey olabilir.
KAYNAKÇA
Karl Marx, “Artı Değer Teorileri”, Sol Yayınları,
İstanbul, 1998.
Karl Marx, Friedrich Engels, “Komünist Parti
Manifestosu”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018.
Max Weber, “Ekonomi ve Toplum (Cilt 1.)”, Yarın
Yayınları, İstanbul, 2012
[1] Karl
Marx, Friedrich Engels, “Komünist Parti Manifestosu”, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2018.
[2] Jacque
Derrida, “Marx’ın Hayaletleri”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2019.
[3] Antony
Giddes, “Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori”, İstanbul, 2010.
[4] Max
Weber, “Ekonomi ve Toplum (Cilt 1.)”, Yarın Yayınları, İstanbul, 2012, s. 344.
[5] A.g.e.,
426.
[6] Karl
Marx, “Artı Değer Teorileri”, Sol Yayınları, İstanbul, 1998.
Yorumlar
Yorum Gönder